Ayşe Alparslan

Tarih: 02.10.2025 09:45

KAMU KURUMLARINDAKİ ÇAKMALAR

Facebook Twitter Linked-in

Kamu Kurum ve Kuruluşlarında mekan ve zamana göre değişik oranlarda dindarların bulunması doğaldır. Kamu Kurum ve Kuruluşlarında çalışmadan önce ibadetlerini yapan, dinin emir ve yasaklarına elinden geldiğince uyan bir mümin, dine ve millete faydalı olacağını düşünerek kamu kurum ve Kuruluşlarına girdikten sonra ibadetlerine ve hayat tarzına eskiden olduğu gibi devam ederse dini istismar ettiği söylenemez. Ama aynı kişi belli eylem veya söylemini bulunduğu mevkiide menfaat temini için ortaya koyuyorsa o da dini istismar ve mevki menfaatlerine alet etmiş olur. 

Din ve dini inanç toplumda mühim bir sosyal kontrol sağlamakta, birey ve toplum için yaşanan dünyaya ve hayata anlam kazandırma faktörü taşımaktadır. Bu bağlamda Kamu Kurum ve kuruluşlarında Cuma namazı okunmadan kurum koridorlarında amirlere göstere göstere ayağında takunya ile dolaşıp gömleğinin kollarını dirseklere kadar kıvırıp pantolon paçalarını ayak bileklerine kadar kıvırarak turlayan çakma dindarlar rollerini mükemmel oynarlar. Camiilerde Cuma namazı Mülki İdare Amirlerinin ve üst düzey Bürokratların arkalarında saf tutmalar, reklam yaparak yardım kolilerini ihtiyaç sahiplerine ulaştıranlar. Oysaki ibadet Allah’la kul arasında değil midir? İbadetin makbulü, kimseye gösteriş yapmadan yapılan değil midir?

Tabi birde İbadetlerini ya da dini vecibelerini dört dörtlük yapıp kul hakkına girenler var. Peki, nedir kul hakkı? Sadece gidip kurum kasasından paraları alıp zimmetine geçirmek mi? Kul hakkının açılımını burada paylaşmaya kalksak sayfalar yetmez. Örneğin; Bir amirin astlarına adil davranmaması, devletin parasını ekonomik kullanmaması, vaat edilen sözlerin yerine getirilmemesi, iftira, yalancı şahitlik, başkasının hakkını gasp etmek v.s. 

İşte ben bu yüzden hep derim ki; En güzel ibadet insanın işini iyi yapmasıdır. İnsanlara, Hayvanlara, Doğaya zarar vermemesidir. Kamu Kurum ve Kuruluşlarımızda bu ibadet yapar gibi gözüküp insanlara ,devlete zarar veren insanları ayıklamadığımız sürece bir arpa boyu yol kat edemeyiz.Devlet kurumlarının içine liyakat ve samimiyeti getirmeliyiz.Atatürk’ün dinle devlet işleri birbirinden ayrılmalı fikriyle benimsediği laiklik ilkesi işte tamda bu sorunun çözümü için oluşturulmuştur.Birçok Atatürkçü yurttaşlar tanıdım Ülkemde,n İbadetlerini gizlice yapıp devletin bir kuruşunu bile heba etmeyen Atatürkçü gençler.

Öyle 29 Ekimde, 23 Nisanda,30 Ağustosta konvoyların en önünde avazının çıktığı kadar bağırıp devletine zarar veren çakma Atatürkçüler değil. Ben bunları gördüğümde Ülkem adına çok üzülüyorum. Yetkililer etkisiz, etkililer yetkisiz. Hırvatistan Milli takım antrenörü Slaven BILINC demiş ki; “ Türkiye’de bilgili insanların yetkisi yok, yetkililerin de bilgisi yok.” Benim Ülkemde böyle bir yorum yapılabilecek eylemler olmamalı.

Son olarak şunu da belirtmek isterim. Ateist olan bir arkadaşım yaklaşık 10 öğrenciye 5 yıldır burs verirken bunu öbür dünyayı düşünerek vermiyor. İnsan olabilmenin özelliklerini taşıyan içinde vicdanı olan her birey paylaşmasını bilmelidir. Hangi mevkide olursanız olun. Mevzuata dört dörtlük hakim olabilirsiniz. İbadetinizi de dört dörtlük yapabilirsiniz. Ama vicdanınız yoksa, merhametiniz yoksa matematikteki etkisiz eleman gibisiniz. Sıfırla neyi çarparsan çarp sıfır. Ne iyi bir yönetici olursun, ne de iyi bir din adamı olursun. İnsan olamazsın. 

Ne demiş Victor HUGO; “ En mükemmel adalet VİCDANDIR.” 

Allah hepimizin karşısına vicdanlı insanlarla karşılaştırsın.

Hep merhametli kalın.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —